19 Mart 2017 Pazar

TARLA BALIKÇILIĞI NASIL YAPILIR ? 

 TARLA BALIKÇILIĞI
 Denizlerde, göl ve nehirlerde yapılmakta olan balıkçılık ve balık avcılığı yanında, insan kontrollü olarak havuzlarda ya da bu amaçla kullanılabilecek yerlerde yapılan balık yetiştiriciliğine tarla balıkçılığı denir. İnsanlar tarafından her zaman istekle tüketilen su ürünleri, özellikle balık eti, gelişen teknolojiye rağmen avcılık yolu ile yeterince sağlanamadığından, balık tarımı da denilebilen bu tür yetiştiricilik pek çok ülkede yaygınlaşmıştır.
 Bütün tarımsal üretim dallarında olduğu gibi tarla balıkçılığı da doğal koşullara (iklim, toprak yapısı, su özellikleri v.b.) doğrudan ve tamamen bağımlıdır. Karada yetiştirilen evcil hayvanlarda olduğu gibi farklı balık türleri de değişik barındırma, bakım ve beslenme isteklerine sahiptirler. Bu nedenle bütün doğal koşullar yanında ele alınan balık türünün biyolojik istekleri de tespit edilerek bu yetiştirmenin planlanması zorunludur. Buna ek olarak yöresel olarak değişen pazar istekleri ve imkanları da detaylı şekilde incelenerek yetiştiricilik yapılabilir.
 Tarla balıkçılığı içinde en çok sazan yetiştirme yaygındır. Bunun başlıca nedenleri ise şöyle sıralanabilir;
1. Sazan toprak tabanlı havuzlarda yetiştirildiğinden havuz yapım masrafları daha düşüktür.
2. Yemleme zor değildir. Her çeşit yemleri iyi değerlendirmekte ve bu nedenle büyütme giderleri daha az olmaktadır.
3. Yavru temini ve üretimi çok kolaydır.
4. Ilık, durgun ve bulanık sulardan da fazla etkilenmez.
5. Kısa sürede pazarlanabilir.
6. Hastalık ve parazitlere karşı dayanıklıdır.
7. Tarımla geçinen aileler için kullanılamayan batak, sazlık, tuzla gibi su imkanı olan arazilerde yapılarak ek gelir sağlanabilir.
 Tarla balıkçılığı genellikle toprak tabanlı havuzlarda yapılır. Bu iş için çoğunlukla tarımsal üretimi düşük olan yerler seçilir. Böylelikle bu alanlar ekonomik bir şekilde değerlendirilir. Az meyilli arazilerin seçilmesi, su akışı ve boşaltmanın arazi eğimi ile yapılabilmesi için çok yararlıdır. Düz ve meyilsiz arazilerde yapılan havuzlarda su akışı ve boşaltma için enerji (elektrik) ihtiyacı bulunmaktadır. Bu enerji ihtiyacı ek masrafları beraberinde getirir.
 Genelde ağır ve killi topraklar havuz yapımına daha uygundur. Kumlu ve geçirgen topraklar fazla su kaybettirir. Aşırı kireçli ve düşük asitli topraklar tarla balıkçılığı için uygun değildir. Tesis kurmadan evvel mutlaka toprak analizi yapılmalıdır.
 Tarla balıkçılığı için yer seçiminde, toprak özellikleri yanında işletmenin ulaşım ve taşıma işleri de baz alınır. Ana yollara yakın olan yerler büyük avantaj sağlar. Ayrıca elektriği mevcut olan veya kolaylıkla elektrik hattı sağlanabilecek bir yer işletme için avantajdır. Havuzlama yapılacak yerin, sel ve su taşkını ihtimalinden uzak olması, sürekli ve şiddetli rüzgarlara da açık olmaması gerekir. Tarla balıkçılığı işletmesi kurarken önceden bilinmesi gereken bir konu da pazarlama imkanlarıdır.
  Balık Yetiştiren Küçük Bir İşletme İçin Gerekli Olan Ekipmanlar
 Küçük işletmelerde bakım ve besleme yoluyla balıklar yetiştirilir. Yavru balıklar dışarıdan sağlandığından yavru üretime gerek duyulmaz. Bu işletmelerde tüketimlik balık büyütme havuzları ile stok havuzları dışında küçük işletme binası ve yem deposu yeterlidir. Bu tür işletmelerin gerek duyduğu teçhizatlar :
1. Çevirme ağı (balık hasadı ve örneklerinin toplanması için)
2. Serpme ve falyalı ağ
3. İki adet el arabası
4. Çeşitli büyüklükte kepçeler
5. Balık tasnif masası
6. Çeşitli büyüklükte plastik kap ve kovalar
7. Bir adet terazi
8. Su termometresi
 Ülkemizde tarla balıkçılığının %90’ı Milas yöresindedir. Bu yörenin özelliği ise tuzlu suya erişimin kolay olması. Ayrıca su devamlı 18 derece sabit sıcaklıkta çıkıyor. Bu da önemli bir avantaj yaratıyor. Yaz kış bu sıcaklıkta olan su, denizlere göre balığı geliştiren bir özelliğe de sahip oluyor. Ayrıca bölgedeki torak çoğunlukla kil. Su geçirmeyen bir yapıya sahip. Bu durum da toprağın temiz olmasını sağlıyor. Temiz olması nedeniyle, burada organik canlıların kolay üremesine ortam hazırlıyor. Dolayısıyla tarla balıkçılığına en elverişli ortam yakalanmış oluyor.
 Tarla balıkçılığının üretim maliyetleri yüksek olduğundan satış fiyatları da diğer balıklara göre yüksek olmaktadır. Ancak üreticilerin kurumsallaşması ve belli bir politikanın belirlenmesi, tarla balıkçılığı konusunda yaşanan pazar sıkıntısını büyük ölçüde çözecektir.

www.agr.ege.edu.tr
Alabalığı Yumurtalarının Kuluçka Performansı, Yumurta Çapı ve Lipit Miktarı Arasındaki İlişki A. Necdet SİRKECİOĞLU Abdulkadir BAYIR H. İbrahim HALİLOĞLU N. Mevlüt ARAS Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Su Ürünleri Mühendisliği Bölümü 25240, Erzurum, e-posta: Geliş Tarihi/Received: Özet: Araştırmada aynı kültür şartlarında ve aynı yem ile beslenen Gökkuşağı alabalığı (Oncorhynchus mykiss), Dere alabalığı (Salmo trutta fario) ve Kaynak alabalığı (Salvelinus fontinalis) in damızlıklarından elde edilen yumurtaların yağ miktarının yumurta çapı ve kuluçka performansı üzerine etkisi araştırılmıştır. Yumurta çapları üç türde sırasıyla 5,04±0,15, 4,74±0,37 ve 4,35±0,75 mm olarak ölçülmüştür. Yumurtaların ihtiva ettikleri lipit miktarı ise gökkuşağı alabalığında %12,44±0,23, dere alabalığında %11,33±0,46 ve kaynak alabalığı yumurtalarında %10,83±0,31 değerleri hesaplanmıştır. Üç alabalık türünün kuluçka randımanları ise sırasıyla %94,43±0,76, %88,21±0,72 ve %80,87±0,53 olarak hesaplanmış ve sonuçlar hem lipit miktarı hem de yumurta çapı ile arasında pozitif bir ilişki olduğunu göstermiştir. Bundan dolayı balık yumurtaların lipit miktarı kuluçka randımanın bir göstergesi olabileceği düşünülmektedir.

Anahtar Kelimeler: Alabalık, Kuluçka performansı, Yumurta çapı, 

2 1.GİRİŞ 

Son yıllarda balık stoklarındaki azalış, kültür balıkçılığında ürün çeşitliliğinin artırılması için alternatif türlerin yetiştiriciliğe kazandırılası amacıyla yürütülen çalışmalara hız vermiştir. Bu çalışma içerisinde; Dünyada yetiştiriciliği yapılan ve kültüre alma araştırmaları devam eden birçok alabalık türü mevcuttur. Alabalık türlerinin tercih edilmesisin sebebi, büyük bir kısmının yetiştiricilik için arzu edilen özelliklere sahip olası ve yetiştiricilik çalışmalarında başarı oranının diğer türlere göre yüksek oluşudur (Çelikkale 1994; Çakmak ve ark. 2007; Kocaman ve ark. 2009). Ülkemizde gökkuşağı alabalığı (Oncorhynchus mykiss) üretimi yapan işletmeler tüketicinin ilgisini çekmek amacıyla dere alabalığı (Salmo trutta fario) ve kaynak alabalığını (Salvelinus fontinalis) tesislerinde bulundurmakta ve yetiştiricilik çalışmalarına katkı sağlamaktadırlar (Arıman 2005; Kocaman ve ark. 2009).

Yeni türlerin kültüre kazandırılmasında başarı kuluçka dönemine bağlıdır. Bu dönemdeki başarıyı etkileyen en önemli faktörlerin başında yumurta kalitesi gelmektedir. İyi kalitedeki yumurta, kuluçkadaki yüksek yaşama yaşam ve açılım oranlarıyla, kuluçka performansı veya randımanı olumlu etkilenmektedir (Güner ve Tekinay 2002) Yumurta büyüklüğü ve yumurta çapı türler arasında büyük farklılıklar gösterdiği gibi tür içinde de damızlık balığın balığın yaşı, büyüklüğü, beslenme ve yetiştirme şartlarının yer aldığı çevresel faktörlere bağlı olarak geniş varyasyon göstermektedir ve yumurta kalitesini belirleyen faktörlerden biridir. Yumurta kalitesini etkileyen diğer faktörler ise besleme, bakım ve yetiştirme şartları, yumurtanın kimyasal kompozisyonu, damızlık stokun ve döllenmiş zigotların büyüklüğü, aşırı olgunlaşma durumu gibi sıralanabilir (Aras ve ark. 2000; Başçınar ve Okumuş 2004; Yousefian 2011; Watson ve Chapman 2000; Okumuş 2003). 

Yumurtanın biyokimyasal kompozisyonda yumurta kalitesini dolayısı ile kuluçka performansını göstergelerinden biri olarak kabul edilmektedir. Çünkü yumurtanın lipit içeriği ile yumurta ve larva yaşama oranı arasında pozitif ilişki söz konusudur (Okumuş 2003). Lipitler balık yumurtalarının ana bileşenleridir. Bu yüzden bütün balık yumurtaları embriyomik gelişim döneminden ilk yemlemeye kadar olan larval dönemde enerji ihtiyacını karşılamak için önemli seviyede lipit ihtiva ederler (Henderson ve Tocher 1987; Izquierdo ve ark. 1996; Tocher 2003; Tveiten ve ark. 2004; Johnson 2009). Yumurtaların lipit miktarları türlere göre değişmekte olup, genel olarak düşük lipit ve yüksek lipit ihtiva edenler diye iki grup içerisinde incelenmektedirler. Düşük lipit ihtiva eden birinci grup yağırlığının %2,5 ila % 5 i kadar lipit içerirler ve genelde birçok deniz balığı bu guruba dahildir. Tatlısu balıkları yumurtaları ise yüksek lipit içeren ikinci gruba dahil olup yumurta ağırlığının %5 ila % 10 u kadar lipide sahiptir. (Henderson ve Tocher 1987; Tocher 2003). Ancak yumurtanın lipit içeriğindeki farklılıklar balıkların farklı tür olmalarından kaynaklansa da doğada anaçların beslenme durumları ve çevresel faktörler, kültür balıkçılığında ise anaç yemlerinin besin madde kompozisyonundan temel etkendir. Bu çalışmada aynı kültür şartlarında, aynı damızlık yemiyle beslenen gökkuşağı alabalığı, dere alabalığı ve kaynak alabalığı anaçlarından elde edilen yumurtaların çapı ve kuluçka performansları ile yağ miktarı arasındaki ilişki araştırılmıştır.

2. MATERYAL ve METOD Araştırmada üç yaşlı gökkuşağı alabalığı, dere alabalığı ve kaynak alabalığının erkek ve dişi damızlık balıklardan 4 er adet olmak üzere toplam 24 adet damızlık balık kullanılmış ve yumurtlar 500 er adet alınarak 4 tekrarlı kuluçka dolaplarına yerleştirilmiştir. Damızlık balıkların sağım ve dölleme işlemlerinde kuru metot kullanılmıştır (Aras ve ark. 2000). Dölleme işleminden sonra her bir anaçtan 40 adet olmak üzere toplam 480 adet yumurtanın çapı dijital kumpas ile ölçülmüştür. Kuluçka randımanı Suziki ve Fukuda 1971 e göre yapılmıştır. 
Kuluçka Randımanı = Çıkan Canlı Yavru Adeti /Toplam Yumurta adeti x 100
3 Yumurtaların toplam yağ içeriği her türe ait 4 anaçtan 2 tekerrürlü olarak alınan bir gram yumurta örneklerinden kloroform/methanol (2:1 v/v) metodu ile azot evaparotör sistemi kullanılarak belirlenmiştir. (Folch ve ark. 1957). İstatistiksel analizler SPSS paket programında ANOVA ve Excel regresyon analiz yöntemleri kullanılarak yapılmıştır. ANOVA testi sonucunda önemli çıkan grup ortalamaları arasındaki farklılığı tespit etmek için Duncan çoklu karşılaştırma testi kullanılmıştır. 3. 

BULGULAR ve TARTIŞMA 
Araştırma süresince Oncorhynchus mykiss, Salmo trutta fario ve Salvelinus fontinalis in yumurta çapları, kuluçka performansları ve yağ miktarları belirlenmiş ve sonuçlar Çizelge 1. de verilmiştir. Ölçümler sonucunda yumurta çapları üç türde sırasıyla 5,04±0,15, 4,74±0,37, 4,35±0,75 mm olarak ölçülmüş ve türler arasındaki farklılık istatistiki açıdan önemli bulunmuştur (p<0,01). Bu sonuçlar yumurta çapının türler arasında değiştiği tezi ile örtüşmektedir (Çelikkale 1994; Aras ve ark. 2000; Arıman 2005; Güner ve Tekinay 2002; Kocaman ve ark. 2009). Türlerin kuluçka randımanları değerlendirildiğinde en yüksek randıman gökkuşağı alabalığında %94,43±0,76, en düşük randıman ise kaynak alabalığında %80,87±0,53 ile belirlenirken dere alabalığının kuluçka randımanı %88,21±0,72 olarak hesaplanmıştır. Bu sonuçlar istatistiki açıdan farklılık göstermektedir. Gökkuşağı alabalığında ölçülen değerler Aras ve ark. (2003), Atılgan (2003) ve Kocaman ve ark. (2009) un verileri ile örtüşmektedir. Fakat dere alabalığında ve kaynak alabalığının kuluçka performansı değerleri Kocaman ve ark. (2009) rapor ettiği ölçümlerden düşük Başçınar ve Okumuş (2004) ün ise yüksektir. Bu iki türün kuluçka randımanları üzerine yapılan çalışmalarda elde edilen faklı sonuçlar türlerin kültür şartlarına adaptasyonu, damızlıkların beslenmesi, çevresel faktörler ile damızlıkların yaşı ile ağırlıklarından kaynaklandığı düşünülmektedir. 
Çizelge 1. Oncorhynchus mykiss, Salmo trutta fario ve Salvelinus fontinalis in yumurta çapları ve kuluçka performans değerleri O. mykiss S. t. fario S. fontinalis Kuluçka Süresi ort. (gün) Yumurta Çapı (mm) (n=8) 5,04±0,15 a 4,74±0,37 b 4,35±0,75 c Kuluçka Performansı (%) (n=4) 94,43±0,76 a 88,21±0,72 b 80.87±0,53 c Toplam Yağ Oranları (%) n=8 12,44±0,24 a 11.33±0,24 b 10.83±0,30 c X ±S x =Ortalama±Ortalamanın Standart Sapması. Farklı harfler birbirinden farklı olan grupları göstermektedir, p<0,01. Yumurtalardaki toplam yağ miktarı en yüksek diğer parametrelerde olduğu gibi %12,44±0,23 gökkuşağı alabalığında ve daha sonra %11,33±0,46 oran ile dere alabalığında en düşük değer ise %10,83±0,31 lik miktarla kaynak alabalığında tespit edilmiştir. Elde edilen bu veriler Henderson ve Tocher 1987 raporları ile örtüşmektedir. Üç alabalık türünün yumurtaların lipit miktarı arasında Çizelge 1 de görüldüğü gibi istatistiki açıdan önemli farklılık bulunmaktadır. 20
4 Şekil 1. Oncorhynchus mykiss, Salmo trutta fario ve Salvelinus fontinalis in kuluçka performansları ile lipit miktarı arasındaki ilişki Şekil 2. Oncorhynchus mykiss, Salmo trutta fario ve Salvelinus fontinalis in yumurta çapı ile lipit miktarı arasındaki ilişki 21
5 Şekil 3. Oncorhynchus mykiss, Salmo trutta fario ve Salvelinus fontinalis in yumurta çapı ile kuluçka randımanı arasındaki ilişki Lipit miktarı ile kuluçka randımanı arasında Şekil 1. görüldüğü gibi pozitif bir ilişkinin olduğu gözlenmiştir. Gökkuşağı alabalığında r 2 =0.9969, dere alabalığında r 2 =0,8977 ve kaynak alabalığı yumurtalarının lipit miktarı ve kuluçka randımanı arasındaki ilişki r 2 =0,7032 oranları ile önemli bulunmuştur. Lipitler embriyonik gelişim döneminde enerji metabolizmasında önemli rol oynamakta ve yumurtanın bu dönemde ihtiyaç duyduğu enerjinin ana kaynağını oluşturmaktadır (Sargent 1995). Dolayısıyla balık yumurtalarında lipit miktarı arttıkça kuluçka randımanı yani yumurta kalitesi de artmaktadır Yumurtaların kuluçka süresi ile lipit miktarı arasında bir korelasyon bulunmaktadır. Süre uzadıkça yumurtanın ihtiyaç duyduğu lipit miktarıda enerji ihtiyacına paralel olarak artmaktadır (Henderson ve Tocher 1987; Tocher 2003). Bu araştırmada en uzun kuluçka süresi kaynak alabalığında gözlenirken yumurtalardaki en düşük lipit miktarı da bu türde belirlenmiştir. Lipit miktarının kuluçka randımanını artıran bir faktörler olduğunun diğer bir göstergesi ise Şekil 2. de görüldüğü gibi yumurta çapı ile arasındaki ilişkidir. (Springate ve Bromage 1985; Başçınar ve Okumuş 2004; Kocaman ve ark. 2009; Yousefian 2011). Lipit miktarı ile çap arasındaki pozitif ilişki üç türde de gözlemlenmiştir (r 2 =0.9550, r 2 =0.8979, r 2 =0.6513). Kuluçka randımanı ile yumurta çapı arasında hem türler içerisinde hem de türler arasında pozitif bir ilişki olduğu fakat gökkuşağı ve dere alabalığında bu ilişki çok önemli iken kaynak alabalığında önemli olduğu hesaplanmıştır (Şekil 3). Sonuç olarak bu çalışmada elde edilen veriler gökkuşağı, dere ve kaynak alabalıklarının kuluçka randımanı ile lipit miktarı arasında pozitif bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Ayrıca kuluçka süresi balık yumurtalarının kuluçka randımanını, lipit miktarını bağlı olarak etkilediği görülmüştür. Dere ve kaynak alabalıklarının kuluçka sürelerine oranla yumurtalarının ihtiva ettikleri lipit miktarının bu dönemdeki enerji ihtiyacını karşılamadığı sonucunu çıkarabiliriz. Tüm bu veriler dikkate alındığında balık yumurtalarının embriyonik gelişim süresince enerji kaynağı olarak kullandıkları lipit çevresel faktörler optimum olduğu sürece kuluçka randımanı dolayısı ile yumurta kalitesini olumlu etkilediği düşünülmüştür. Bu araştırma makalesi Ahmet Necdet Sirkecioğlu nun Yüksek Lisans Tezi nin bir bölümünü oluşturmaktadır. 22
6 KAYNAKLAR Aras, N.M., Kocaman E.M., Aras, M.S., Genel Su Ürünleri ve Kültür Balıkçılığı Temel Esasları. Atatürk Ünv. Ziraat Fak. Su Ürünleri Bölümü, ErzurumYayın No:216. Aras, N.M., Haliloğlu, H.İ., Atamanalp, M., Kocaman, E.M., Damızlık Gökkuşağı Glabalıklarının (Oncorhnchus mykiss) Yumurta ve Spermlerinin Yağ Asidi Kompozisyonunun Karşılaştırılması, Turk. J. Vet. Anim. Sci., 27, Arıman, H., Gökkuşağı alabalığı (Oncorhynchus mykiss Walbaum, 1792) ve Kaynak Alabalığı (Salvelinus fontinalis Mitchil,1814) nın Yumurta Çapı ile Vücüt Büyüklüğü Arasındaki ve Yumurta Verimleri. E.Ü. Su Ürünleri Dergisi, 22 (3 4), Atılgan, E., Farklı Yaşlardaki Gökkuşağı Alabalığı (Oncorhynchus mykiss Walbaum, 1792) Dişilernden Alınan Yumurtaların ve Bunlardan Çıkan yavruların Mukayeseleri Üzerine Bir Araştırma.Atatürk Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. Başçınar, N., ve Okumuş, İ., Kaynak Alabalığı (Salvelinus fontinalis, Mitchill) nda Erken Gelişim: Alevinlerin Yaşama ve Büyüme Oranı. Turkish Journal of Veterinary and Animal Sciences. 28: Çakmak, E., Kurtoğlu, İ.Z., Çavdar, Y., Aksungur, N., Firidin, Ş., Başçınar, N., Aksungur, M., Zengin, B., Ak, O., ve Esenbuğa, H., Karadeniz Alabalığı (Salmo trutta labrax Pallas, 1844) nın Yetiştiriciliği ve Balıklandırma Amacıyla Kullanımı. Proje Raporu, TAGEM, Proje no: TAGEM/HAYSÜD/2001/07/01/20. Çelikkale, M.S., 1994, İç Su Balıkları Yetiştiriciliği. Cilt 1, II. Basım, K.T.Ü., Sürmene Deniz Bilimleri Fakültesi Yay., Trabzon. Folch, J., Less, M., Stanley G. H. S., A simple method for the isolation and prification of total lipids from annimal tissue. Journal of Biological Chemistry 226, Gall, G.A.E., 1975 Genetics of Reproduction in Domesticated Rainbow Trout. J. Animal Sci. 40: Güner, Y., ve Tekinay, A.A., Ege Bölgesi nde Ticari Bir İşletmedeki Gökkuşağı Alabalığı (Oncorhynchus mykiss Walbaum, 1792) Anaçlarının Yumurta Verimi ve Yavrularının Büyüme Özelliklerinin Araştırılması. E.U. Journal of Fisheries & Aquatic Sciences, Cilt 19, Sayı (3-4): Henderson, R.J., ve Tocher D.R., The Lipid Composition and Biochemistry of Freshwater Fish. Progress in Lipid Research, vol. 26, Izquierdo, M. S., Essential fatty acid requirements of cultured marine fish larvae. Aquaculture Nutrition, 2, Johnson, B.R., Lipid Deposition in Oocytes of Teleost Fish During Secondary Oocyte Growth. Reviews in Fisheries Science, 17(1): Kocaman, E.M., Bayır, A., Sirkecioğlu, A.N., Bayır, M., Yanık, T., ve Arslan, H., Comparison of Hatchery Performances of Rainbow Trout (Oncorhynchus mykiss), Brown Trout (Salmo trutta fario) and Brook Trout (Salvelinus fontinalis) under the Same Environmental Conditions. Journal of Animal and Veterinary Advances, 8:7, Okumuş, İ., Damızlık Stok Yönetimi-III: Döl Alımı. Yunus Araştırma Bülteni, Su Ürünleri Merkez Araştırma Enstitüsü, 3:2. Sargent, J.R., Origins and functions of egg lipids: Nutritional implications. In: Bromage, N.R., Roberts. R.J. (Eds.), Broodstock Management and Egg and Larval Quality. Blackwell, Oxford, pp Springate, J.R.C., Bromage, N.R., Effect of Egg Size on Early Growth and Survival in Rainbow Trout (Salmo gairdneri R.). Aquaculture. 47:
7 Suziki, R. and Fukuda, Y., Survival potential of F1 hybrids among salmonid fisher. Bull. Freswather Fish Res. Zub. 21 (1), Tocher, D. R., Metabolism and functions of lipids and fatty acids in teleost fish. Reviews in Fisheries Science, 11(2), Tveiten, H., Jobling, M. ve Andreassen, I., Influence of egg lipids and fatty acids on egg viability, and their utilization during embryonic development of spotted wolffish, Anarhichas minor Olafsen. Aquaculture, 35, Yousefian, M., The Relationship Between Egg Size, Fecunditiy and Fertilization Rate in Acipenser persicus, Rutilus ferissi kutum and Cyprinus carpio. World Applied Sciences Journal, 12(8): Yusuf Güner, Y. ve Tekinay A Ege Bölgesi nde Ticari Bir İşletmedeki Gökkuşağı Alabalığı (Oncorhynchus mykiss Walbaum, 1792) Anaçlarının Yumurta Verimi ve Yavrularının Büyüme Özelliklerinin Araştırılması. E.U. Journal of Fisheries & Aquatic Sciences 2002 Cilt/Volume 19, Sayı/Issue (3-4): Waston,C.A., ve Chapman, F.A., Articial Incubation of Fish Eggs. EDIS, FA32. 24

Dere Alabalığının Deniz Suyunda Yetiştiriciliği



Dere Alabalığının (Salmo trutta fario Linnaeus, 1758) Deniz Suyunda Yetiştiriciliği


Yusuf Güner1 , Mehmet Fatih Mumcu2 , Volkan Kızak1 1 Ege Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi, Yetiştiricilik Bölümü, Bornova, İzmir, Türkiye. 2 Muğla Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Muğla, Türkiye. 



Özet: 

Dere alabalığı (Salmo trutta fario Linnaeus, 1758) denize transfer edildiğinde, yüksek tuzlulukta yaz aylarında dahi çok iyi yaşama-gelişme oranı gösteren bir türdür. Denize transferi konusunda bir çok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların sonucunda, Dere alabalığının yaklaşık 40 gr canlı ağırlıktan itibaren, ‰35 tuzluluktaki deniz suyuna başarılı bir şekilde transfer edilebileceği ortaya konmuştur. Türkiye’nin Karadeniz, Marmara ve Ege denizi kıyılarında bu türün yetiştiriciliği mümkündür. Bu derlemede, ilgili literatür bilgileri doğrultusunda Dere alabalığının denizde yetiştiriciliği ele alınmıştır. 
Anahtar Kelimeler: Salmo trutta fario, Dere Alabalığı, Deniz suyuna adaptasyon, Yaşama oranı, Büyüme performansı 

Giriş 


Alabalıklar yerleşik bir tür olmasına rağmen uzun yıllardır bir çok dünya ülkesinde ve son yıllarda Türkiye’de deniz suyunda da yetiştirilmektedir. Akarsu yetiştiriciliğinde ortaya çıkan sıcaklık ve oksijen gibi çok önemli kriterlerin düzensiz değişimleri, deniz suyunda bulunmamaktadır. Bu da denizde yetiştiriciliğin önemini ortaya koymaktadır. Türkiye’de ilk olarak denizde alabalık yetiştiriciliği 1989 yılında Karadeniz’de başlamıştır (2290 ton Gökkuşağı alabalığı ve 40 ton Som balığı; Şenel, 2000). Karadeniz, Gökkuşağı alabalığı yetiştiriciliği için kısmen uygun şartlar sağlamasına rağmen, su sıcaklığının 20ºC’yi geçmeyi başladığı ilkbahar sonu ve yaz dönemlerinde alabalıkların tolerans sınırları zorlandığından, üreticiler balıklarını elden çıkarmak zorunda kalmaktadırlar. Bu da bölgesel olarak büyük oranda fiyatların düşmesine neden olmakta, dolayısıyla ülke ekonomisine zarar vermektedir. 

Marmara ve Ege denizi biraz daha zor şartlar sunmaktadır ve bölgesel su kriterlerinin yıllık dağılımı, özellikle yaz aylarında Gökkuşağı alabalığı için sınırlayıcı düzeylerde gerçekleşmektedir. Ancak bu denizlerimizde kısıtlı da olsa yetiştiricilik yapılabilecek dönem ve sahalar mevcuttur (Güner, 1995). Bu şartlar dikkate alındığında, Dere alabalığının (Salmo trutta fario L., 1758) deniz suyuna transferi ve yetiştiriciliği ön plana (Güner ve diğ. / E.Ü. Su Ürünleri Dergisi 19(3/4): 539 – 544 540 çıkmaktadır. Dere alabalığının, Gökkuşağı alabalığına kıyasla tolerans sınırlarının daha geniş ve deniz şartlarına uyum yeteneğinin daha fazla olması, bütün bir yıl boyunca bu türün deniz ortamında yetiştiriciliğini mümkün kılmaktadır. 

Dere Alabalığının Genel Özellikleri 


Dere alabalığı, Salmonidae familyasından olan Salmo trutta’nınalttürlerindenSalmo trutta forma fario (Linnaeus, 1758), dere ekotipi olarak sistematikteki yerini almıştır. Tüm hayatları boyunca tatlı sularda yaşadıklarından dolayı “Hakiki Alabalık” grubuna giren Dere alabalıkları, deniz ve akarsular arasında göç etmedikleri halde, bir akarsuyun bünyesi içinde kısa mesafeli göçler yapmaktadırlar (Çelikkale, 1992; Geldiay ve Balık, 1996).  Dere alabalığının vücudu tıknaz ve torpil şeklinde olup yan taraflarından biraz basıktır. 

Renkleri yaşadığı ortama göre çok değişkendir. Genel renk kahverengi, yeşil veya mavi renk tonlarındaki kahverengi, fakat çok miktarda pembemsi mor ve seyrek olmayan oranda da siyaha rastlanmaktadır. Yan kısımları daha çok açık mavi, portakal rengi veya sarımtırak halkalarla çevrilmiş kırmızı veya siyah noktalarla kaplıdır. Özellikle yavrularda çok karakteristik olan kırmızı benekler, büyüdükleri zaman da aynı kalmakta ve hayatları boyunca kaybolmamaktadır. Genç bireylerde 6-9 koyu ve enine bant bulunur. Yüzgeçler genellikle koyu renkli, bazen de mattır. Genç bireylerde kaudal yüzgeç az derecede çatallı, daha yaşlı bireylerde ucu kesik veya yuvarlaklaşmıştır. Erkekler, sahip oldukları daha uzun ağız yarığı ve alt çene kemiğindeki yukarıya doğru oluşan çengel yapı ile dişilerden ayrılırlar. Daha çok sonbahar ve kış başlangıcında ürerler. Ekim–Ocak ayları arasında dağ derelerinin kaynağa yakın, temiz olan, hareketli, kum içermeyen çakıllı zemine sahip kısımlarında yumurtlarlar. Cinsi olgunluğa 3 - 4 yaşında ulaşırlar. Bir dişi 1 kg ağırlığına karşılık 1000 - 1500 yumurta bırakır. Yumurtadan larvalar, su sıcaklığına bağlı olarak 2.5 - 4 ayda veya daha kısa sürede çıkarlar. Yumurtalar portakal renkli ve oldukça büyüktür. Çıkan larvalar da 2 - 2.5 cm uzunluğunda olurlar. Dere alabalığı, Türkiye’de başta Doğu Anadolu, Karadeniz ve İç Anadolu olmak üzere pek çok su kaynağında bulunmaktadır. Tipik bir soğuk su balığı olan Dere alabalığı, daha çok dağlık bölgelerde berrak olan ve çakıllı dip yapısına sahip çok sıcak olmayan yüksek oksijenli dere ve akarsularda yaşamaktadır. Fakat nehir ağızlarında bulunabildiği gibi aynı zaman da göllerde, havuzlarda ve rezervuarlarda da rastlanabilirler (Çelikkale, 1992). Deniz Kültüründe Dere Alabalığının Tercih Sebepleri Denizde alabalık yetiştiriciliğinin bir endüstri kolu haline geldiği bir çok dünya ülkesinde gökkuşağı alabalığı(Oncorhynchus mykiss W., 1792), Atlantik Som balığı (Salmo salar) ve Dere alabalığının (Salmo trutta fario L., 1758) denizde kültürü konusunda büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu üç türün birlikte yetiştiriciliğinden başarılısonuçlar alınmakla beraber, Dere alabalığının entansif yetiştiriciliği son yıllarda hız kazanmıştır. Bugün başta Fransa olmak üzere birçok dünya ülkesinde S. trutta fario’nun deniz kültürüne yönelik devlet destekli çalışmalar yapılmakta, özellikle seleksiyon ve ıslah konularına büyük önem verilmektedir. Yapılan araştırmalar doğrultusunda dere alabalığının (S. trutta fario),salmonidler arasında denizde yetiştiriciliği en uygun alabalık türü olduğu tespit edilmiştir (Faure, 1991). Dere alabalığının, Gökkuşağı alabalığına 

 
Güner ve diğ. / E.Ü. Su Ürünleri Dergisi 19(3/4): 539 – 544 541 göre denizdeki tolerans sınırlarının daha geniş olması nedeniyle adaptasyona alınmasında fizyolojik uyum açısından fazla sorun çıkarmadan tuzlu suya mükemmel uyum sağlaması ve en önemlisi, çok küçük boydaki balıkların (30 – 40 gr) dahi transfer edilebilmesi, bu türün denizde yetiştirilmesinde diğer türlere nazaran tercih edilişinin önemli etkenlerindendir. 

Dere alabalığı, Gökkuşağı alabalığına kıyasla daha yüksek sıcaklığa ve tuzluluğa dayanarak, yaz ayları boyunca devam eden bir yetiştiriciliğe imkan sağlamaktadır. Ayrıca ağırlık artışıyla birlikte iyi bir yem değerlendirme oranına sahip olmasıyla kiloluk balık üretimini mümkün kılmaktadır. Adaptasyon Öncesi Hazırlık Dönemi Tatlı Suda Juvenil Üretimi, Transfer Öncesinde Besleme ve Transfer Yöntemleri Kaliteli yavru balık üretimi, denizde yetiştiriciliğin başarısını etkileyen temel bir faktördür. Alabalık türlerinin denizde yetiştiriciliğinde, tatlı su üretiminden elde edilen juveniller kullanılır. Bu yüzden bazı kuruluşların deniz suyunda yetiştiricilik için yavru sağlamada uzmanlaşması arzu edilir. 

Dere alabalığının tatlı suda gelişme hızı oldukça düşüktür. Balıkların denize suyuna iyi uyum sağlayabilmesi için 40 - 50 gr ağırlığa ulaşmış olmaları gereklidir. Bunun için de 7 - 9 ay süreyle tatlı suda büyütülmelidirler (Harache, 1986a).  Tuzlu suya transferin başarısını direkt olarak etkileyen bir diğer faktör, balıkların tatlı su döneminde iken tuz bakımından zengin diyetlerle beslenmesidir. Transferden bir müddet önce (10-20 gün) balıkların yemlerine %8-12 tuz ilavesinin, deniz suyunda yaşama oranını yükselttiği ve letal süreyi uzattığı gözlenmiştir. %10 tuz içeren bir besleme ile balıklar transfere hazırlanırlarsa, fizyolojik mekanizmaları ve boşaltım enzimleri uyarılmış olur. Bu da balığın transfer şartlarına ve özellikle sıcaklığa olan hassasiyetlerinin düzelmesine yardımcı olur (Harache, 1986b). Alabalıklar deniz suyuna direkt (doğrudan) ve tedrici (kademeli) yöntemlerle transfer edilebilirler. Direkt adaptasyon yöntemi, balıkların yetiştirilecekleri deniz suyuna herhangi bir alıştırma yapılmadan aktarılmasıdır. Tedrici adaptasyon ise, balıkların yetiştirilecekleri deniz suyu tuzluluğuna kademeli olarak alıştırılmasıdır. Bunların içinde tedrici adaptasyon en iyi sonucu verir. Tuzluluk ‰10’dan ‰35’e kadar 8 - 10 gün içerisinde yükseltilebilir. Eğer adaptasyon bu şekilde yapılırsa, özellikle küçük boydaki balıklar için hayatta kalma oranı ve süresi artmaktadır (Quillet ve diğ., 1985). Dere Alabalığının Denize Transfer ÇalışmalarıDenizde suyunda dere alabalığı yetiştiriciliğine yönelik ilk kapsamlı çalışmalar 1983 yılında Fransa’da başlamıştır. Bu çalışmalarda 60 gr’dan büyük balıklar kullanılmış ve çok başarılı sonuçlar alınmıştır. Gelişmenin fazla olduğu yaz sıcaklıklarındaki yaşama oranını ortaya koymak bakımından sıcaklık baz alınarak denemeler yapılmıştır. Yavru balıklar 90-100 gr’dan itibaren transfer edilirse yaşama ve gelişme oranının iyi olduğunu ortaya koymuşlardır (Bœuf ve Harache, 1984; Quillet ve diğ., 1985). Faure (1991), yaptığı transfer denemelerinde 50 gr’lık balıklar kullanmış, eğer tuzlu suya aktarma koşulları uygun seviyede tutulabilirse daha küçük boydaki balıkların da transfer edilebileceğini bildirmiştir. Quillet ve diğ. (1986) yaptıkları çalışmada, özellikle küçük boylu balıkların (40 gr) tedrici yöntemle sonbahar aylarında başarıyla denize transfer edilebileceğini tespit etmiştir. Bœuf ve Harache (1984), Quillet ve diğ. (1985) yaptıkları diğer çalışmalarda, 50 gr’lık balıkların direkt transfer ile çok iyi 

 
Güner ve diğ. / E.Ü. Su Ürünleri Dergisi 19(3/4): 539 – 544 542yaşama oranı gösterdiklerini, ayrıca uygun şartların sağlanması koşulu ile 12 günlük bir tedrici adaptasyon dönemi sonrası, balıkların ‰35’lik deniz suyuna 30–35 gr ağırlığında dahi transfer edilebileceklerini belirtmişlerdir. Salmo trutta fario’nun yaz dönemindeki yaşama oranı %80 üzerinde bulunmuştur (Quillet ve diğ., 1985). Gözlenen büyüme performansı, 22 aylık balık üretim döneminin ele alınmasına imkan sağlamıştır. Bu nedenle Dere alabalığı, Gökkuşağı alabalığının ilkbahar sonuna kadar olan yetiştirme periyoduna nazaran, çok daha uzun olan ve tüm yıla yayılabilen bir yetiştiriciliğe izin vermektedir (Chevassus ve Quillet, 1986). 

Transfer Sonrası Dönemi Adaptasyonun başarısı, kısa yada uzun vadede elde edilen yaşama oranlarıyla belli olmaktadır. Üretim döneminin en kritik zamanı olan transfer sonrasındaki ilk 3 gün çok önemlidir. Eğer şartlar optimal olarak sağlanırsa transfer başarıyla gerçekleşmektedir (Bœuf, 1979). Fransa’da Camaret bölgesinde ‰35 tuzlulukta yazın su sıcaklığının 17°C’ye ulaştığı şartlarda, 1983-1986 yılları boyunca elde edilen sonuçlara göre Dere alabalığının yaşama oranı, Temmuz-Ekim ayları arasında %80–90 arasında gerçekleşmiştir. Aynı şartlardaki Gökkuşağı alabalığında ise yaşama oranının %60 olduğu belirtilmiştir. Yazın su sıcaklığının 24°C ye kadar yükseldiği Auray bölgesinde ise, Dere alabalığındaki yaşama oranı %56.5, Gökkuşağı alabalığında %10 olarak bulunmuştur (Quillet ve diğ., 1986). Dere alabalığı tatlı suda, deniz suyuna bırakılabilecek 50 gr canlı ağırlığa yaklaşık 1 yılda ulaşmaktadır.Deniz suyundaki ilk yılın sonunda 1 kg canlı ağırlığa ve ikinci yıl 3 kg canlı ağırlığa ulaştığı bildirilmektedir (Quillet ve diğ., 1986). Norveç’te ise, yumurtadan itibaren iki yılın sonunda 400–500 gr, üçüncü yıl 2 kg canlı ağırlığa ulaşmaktadır (Gjedrem ve Gunnes, 1978). Tatlı suya göre, denizdeki gelişimin aylık %27-30 daha fazla olduğu gözlenmiştir. Denize transferden sonraki ilk kıştan önce kiloluk balıklar üretmek mümkündür. Bu zamanda, tatlı suda bulunan aynı yaştaki balıklar 400–500 gr canlı ağırlığı geçmemiştir. Çok kısa bir adaptasyon periyodundan sonra (1-3 gün), eğer transfer iyi gerçekleştirilmiş ise ilk bir ay içerisinde davranış tamamen değişir ve hemen hemen Gökkuşağı alabalığı ile aynı davranışı gösterir. Bundan sonra çok hızlı bir şekilde gelişmeye başlar ve dokuz ay sonra 1 kg, bir yıl sonra 1.8-2 kg, bir buçuk yıl sonra 4 kg ağırlığa kadar ulaştığı bildirilmektedir. Ağ kafeslerde yetiştirme periyodu, bölgenin akıntı durumuna ve su koşullarına bağlı olarak değişebilmektedir. Bilhassa akıntının az olduğu bölgelerde stok yoğunluğunun 15 kg/m3 olması önerilmektedir (Faure, 1991). Tatlı suda kullanılan standart yem denizde de kullanılabilmektedir. Pratikte 1 kg canlı ağırlık için, 1.4–1.6 kg kuru yem yada 2.5–3 kg yaş yem yeterli olmaktadır (Quillet ve diğ., 1986). 

Deniz ortamında hastalık riskinin en önemlisini salgın bakteriyel hastalıklar oluşturmaktadır. Bu hastalıklar çok önemli ölümler meydana getirebilmektedir. Örneğin Vibriosis tüm yıl boyunca, özellikle suların ısınmaya başladığı dönemlerde ortaya çıkabilmektedir. En riskli dönemlerden biri de transferi takip eden periyottur. Hastalıktan korunma, denize transferden önce aşılamayla sağlanmaktadır (Harache, 1986b). Sonuç Dere alabalığı yetiştiriciliğinde halâ çözülememiş önemli birkaç sorun vardır. Balıkların denize aktarılması sırasında yaşama oranı ve hastalıklara olan hassasiyeti göz ardı edilmemelidir. Ayrıca bu türün denize aktarılmaya hazır juvenillerini yetiştirme ve bunun yanında 

 
Güner ve diğ. / E.Ü. Su Ürünleri Dergisi 19(3/4): 539 – 544 543tatlı su yetiştiriciliğinde karşılaşılan Frunculosis ve Costia gibi patojenik etkenlerle mücadele etme zorunluluğu üretim açısından önemli bir sorundur. Uygun kökenli balıklar üzerinde çalışma gereksinimi ve bu türün tatlı suda yetiştiriciliğinin yeterince yapılmaması, her zaman için bir engel teşkil etmektedir. Ayrıca erken cinsel olgunluğun, et kalitesini ve büyüme performansınıdeğiştirmesi (renk kaybı, sulu ve gevşek et yapısı gibi), ticari boya gelmemişbalıklar üzerinde olumsuz bir faktördür. Denizdeki yetiştiricilikte erkek balıkların adaptasyonu istenmez. Çünkü erkek balıklar, deniz suyu kültür periyodunda ekonomik market boyutuna ulaşmadan seksüel olgunluğa ulaşırlar. Eğer üreme dönemlerinde tatlı suya transfer edilmezlerse yüksek oranda ölümler meydana gelebilir. Tavsiye edilen, erkek balıkların sonbaharın başında seçilerek elenmesidir. Dere alabalıklarında cinsel olgunluk ikinci yazda etkili olur. Bu çalışmaların sonucunda araştırmacılar, denizde alabalık kültüründe Dere alabalığının, Gökkuşağıalabalığının yerini alabileceği sonucuna varmaktadırlar (Bœuf ve Harache, 1984). Ancak tek sorun, bu türün tatlı sudaki gelişiminin yavaş olmasıdır. Bu da konu üzerindeki ıslah, besleme ve bunun gibi çeşitli bilimsel çalışmaların artmasıyla aşılabilecektir. Ülkemizin iç su şartları, dere alabalığı üretimine ilk başta sıcaklık kriterleri ve diğer şartlar bakımından oldukça uygundur. Özellikle İç Anadolu ve Karadeniz bölgelerimizdeki bazıalabalık işletmelerinde kısmen de olsa Dere alabalığı yetiştirilmesine rağmen, yavaş gelişim nedeniyle yaygınlaşmamıştır. Bu işletmelerin konu üzerinde bilgilendirilmesiyle üretimin teşvik edilmesi yararlı olacaktır. Dere alabalığı üzerine seleksiyon çalışmalarına başlanmalı ve dekalaj yoluyla juvenil üretiminin arttırılması sağlanmalıdır. Bununla birlikte, yavru balık ihtiyacının giderilmesinde yurt dışından Dere alabalığı yumurtası ithal etme olanaklarıda mevcuttur. Bu doğrultuda başta İtalya ve Fransa gibi ülkelerden yumurta sağlanabilir. 1991 yılı verilerine göre, sadece Fransa’dan A.B. ülkelerine 26 milyon adet Dere alabalığı yumurtasıihraç edilmiş ve ilerleyen zaman içerisinde bu sayı artmıştır. Ancak yurt dışından gelecek her türlü balık ve yumurtanın hastalık taşıma riski kesinlikle göz ardı edilmemelidir. Ayrıca bu türün hem tatlı sudaki, hem de denizdeki gelişim performansını en üst düzeye çıkarmak için gereken yem rasyonlarının araştırılması ve besin ihtiyaçlarının belirlenmesi konularına da önem verilmelidir. Sonuç olarak Dere alabalığının yetiştiricilik çalışmalarında iki önemli avantajı vardır. Birincisi, Gökkuşağıalabalığında büyük sorun olan yüksek sıcaklıktaki yaz şartlarında denizde yaşayabilmesi, ikincisi, diğer bir türle beraber değişik periyotlarda büyütmeye alınabilme olanağıdır. Özellikle Karadeniz’de sezonluk olarak yapılmakta olan alabalık yetiştiriciliğini tüm yıla yayma olanağı, üretimi arttırabilecek ve ürün çeşitliliği getirebilecektir. Marmara ve Ege kıyılarında yapılacak yetiştiricilik denemeleri, muhtemelen Gökkuşağı alabalığına kıyasla çok daha fazla avantajlar sağlayabilecektir  


Kaynakça BŒuf, G. and Harache, Y., 1982. Criteria for adaptation of salmonids to high salinity seawater in France. Aquaculture, (28), 163-176. BŒuf, G. and Harache, Y., 1984. Adaptation osmotique a l’eau de mer de differentens especes and hybride de salmonids, Aquaculture, 40 (1984), 343-358. BŒuf, G., 1993. Seawater Adaptation Strategies in Salmonides Aquaculture, Fundamental and Applied Research. Coastal and Estuarine Studies, Vol.43, American Geophysical Union, 18pp. 

 
Güner ve diğ. / E.Ü. Su Ürünleri Dergisi 19(3/4): 539 – 544 544Chevassus B., et Quillet E., 1986. Note sur les performances de la truite commune en élevage marin. Réunion des Salmoniculteurs, Décembre 1986, 9 pp. Çelikkale, M. S., 1992. İçsu Balıkları ve Yetiştiriciliği. K.T.Ü. Sürmene Deniz Bilimleri Fakültesi. S:11-13 Faure. A., 1991. La truite fario . Aqua Revue No:35, Mars, 1991. Geldiay, R. ve Balık, S., 1996. Türkiye Tatlısu Balıkları ders kitabı. E.Ü. Su Ür. Fak. No:46 Gjedrem, T. and Gunnes, K., 1978. Comparison of growth rate in atlantic salmon, pink salmon, artic char, sea trout and rainbow trout under Norvegian farming conditions. Aquaculture, 13, 135-141. Güner, Y., 1995. Ege denizinde Gökkuşağıalabalığının ağ kafes yetiştiriciliğine adaptasyonu ve yaşama gücü ile gelişme özelliklerinin araştırılması. T.C. Ege Üniv. Fen Bilimleri Enst. Su Ürünleri A.B.D., Doktora Tezi, 121 s. Harache, Y., 1986a. La salmoniculture marine la pisciculture Française, No:86, 74 pp. Harache, Y., 1986b. Les caracteristiques de l’elevage des salmonides en millieu marin. La pisciculture Française No:86 P:12-19 Lahlou, B., Crenesse, D., Bensahla-Talet, A., Porthe-Nıbelle, J., 1975. Adaptation de la truite d’élevage à l’eau de mer. Effets sur les concentrations plasmatiques, les échanges branchiaux et le transport intestinal du sodium. J Physiol., (Paris), 70 : 593-603.  Quillet, E., Chevassus, B. et Krieg, F., 1985. Bilan des études génétiques 1983-1985. SEMII, document technique no 2, 22 pp. Quillet, E., Krieg, F., Happe, A. and Chevassus, B., 1986. Etude des possibilités de transfert automnal en mer de juveniles te truite fario. Bull. Fr. Péche Piscic. (1986) 303 :125-133. Şenel, G., Atik, F., Bayrak, M., Taşer, B., Kuşhan, S., Saygın, Ş. ve Deveci, S., 2000. Su Ürünleri Ekonomisi, Üretim, 

AKDENİZDE MAVI YENGEÇ

AKDENIZ ÇANAĞININ GIZLI LEZZETI: MAVI YENGEÇ

Masmavi iki kıskaç, kusursuz formdaki dikenli bir üst kabuk, üç tane eklemli ayak ve son olarak da en arkada yüzmek için özelleşmiş olan bir çift özel ayak! Karşınızda Göksu Deltası ve Güney Ege’nin eşsiz güzelliği: Mavi Yengeç!

Crustacea’ların altındaki Portinidae ailesi içinde yer alan mavi yengecin dünyadaki ortak adı Callinectes sapidus. Yani ‘güzel (calli), yüzücü (nectes) ve lezzetli (sapidus)’! Öyle ki, mavi renginin ona verdiği göz kamaştırıcı güzelliğin ve asaletin yanında, özel damaklar onu lezzeti ile de tanıyor. Atlantik Okyanusu ile Meksika Körfezi çevresinden gelen bu ilginç yengeç, özellikle Amerika’da ekonomik değeri en yüksek olan su ürünlerinin başında geliyor. Karapaks adı verilen ve yengecin tüm vücudunu üstten örten gösterişli kabuğun iki ucundan neredeyse 25 santimetreye kadar büyüyebilen bu canlı, alpha-crustacyanin adı verilen bir pigment sayesinde yeşilimsi mavi bir renge sahip. Isıl işleme tabi tutulunca, bu pigment değişim göstererek kırmızı-turuncu ve pembeye yakın bir hale gelir.

Her ne kadar Atlantik’in batı tarafına özgü bir tür olsa da, özellikle ticari gemilerin balast sularını yayılmak için eşsiz bir fırsat olarak gören ve aktif olarak kullanan pek çok tür gibi Atlantik’in doğu kıyıları, hatta Akdeniz’e kadar gelmeyi başarmış. Öyle ki, ilk kez 1900’lü yılların başında Fransa kıyılarında tayin edilmiştir. İyi damak tadı için doğru adres!

Doğal besin zinciri içinde, mavi yengecin müdavimlerinin başında yılan balıkları, mürenler, Caretta caretta’lar, levrekler, bazı köpek balığı türleri ile etçil balıklar ve tabii ki dramatik biçimde insanlar vardır. Bir kez de olaya yengeç tarafından baktığımızda ise karşımıza canlının doğal besinlerini kendisinden daha küçük olan kabuklu canlılar, yavru balıklar, yavru kabuklular ve otçul yaşam formları oluşturduğunu görürüz. Bununla birlikte çift kapaklıgiller / bivalviyalar (midye ve istiridye gibi) ve detritus da severek tükettiği besin kaynakları arasında kendisine oldukça önemli büyüklükte yer açar.

Bünyesinde bulunan yüksek protein miktarı, doymamış yağ asitleri, omega 3, mineral bakımından zengin ve çok lezzetli eti ile kolay elde edilebilen ve değerli bir besin maddesi olarak düşünülebilir. Afrodizyak etkisiyle özellikle Avrupa’da kendisine yüksek miktarlarda pazar bulabilen mavi yengeci Türkiye’de tüketebileceğiniz başlıca coğrafyaların başında Mersin’in Silifke ilçesi ve Muğla’nın Dalyan ile Köyceğiz ilçesindeki İztuzu plajı geliyor. Buralarda bol miktarda avcılığı yapılan mavi yengecin pişirilmesi ise oldukça basit; kömür ızgarasında kızartılan yengecin kabuğu bir makas yardımıyla kesiliyor ve kıskaç etleriyle birlikte tüketiliyor.  Yanına bol salata, limon ve isteğe göre alkollü yada alkolsüz içecek… Ve tabi müziği, ateş başındaki gençleri ve mehtabı da unutmamak gerekiyor.

Bilinen yada tahmin edilenin aksine mavi yengecin eti, balıklar kadar dayanıklı bir yapıya sahip değil. Çok soğuk yada et transferi için ‘iyi’ koşulları sağlasanız bile, çok kolay şekilde bozulan ve özelliğini kaybeden mavi yengecin avlandıktan kısa bir süre sonra tüketilmesinde fayda çok. Bu da su ürününün avlandığı lokasyonları damak tadı turizmi açısından önemli bir konuma yerleştiriyor.

Akdeniz çanağı ile Ege’deki pek çok doğal tür gibi, mavi yengeç de aşırı avcılığa bağlı olarak soyu tükenen canlıların arasında gösterilmekte.  Özellikle üreme dönemlerinde yapılan avcılığı ile kendine yer bulduğu Ege mutfağındaki büyük miktardaki talep, popülasyonun kendisini toparlamasına pek imkan vermiyor. Bu sebeple, popülasyon dengesini korumak ve aynı zamanda da pazara sunma amacıyla yetiştiriciliğini yapmak, su ürünleri mühendislerinin gelecekte yapabilecekleri kârlı işlerin başında geliyor. Özellikle Türkiye’deki acı lagünler ve geniş  akarsu ağızları, mavi yengeci kültüre almak için ideal yerlera arasında görünüyor. Tabii ki özel olarak tasarlanan derin ve büyük havuzlar da bu işi kolaylıkla kullanılabilir. Predetasyon riski sıfıra inen havuzların kullanımı, doğal ortamlardan daha yüksek verimle üretim yapmayı sağlıyor. Yüksek değere sahip olan yengeçler yaklaşık 1 yıl içinde pazar boyuna ulaşıyor ve eti tüketimlik olarak pazara sunulurken başta kalsiyum olmak üzere pek çok mineralce zengin kabukları da özellikle balık yemlerinin tasarımı ve üretimi aşamasında önemli bir mineral kaynağını oluşturuyor.
Benzer yazılar için  denizdenbabamciksa.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

Demre gezisi ve mavi yengeç

Kendilerine “Keşif Ekibi” adını veren grup ile ilk gezimi gerçekleştirdikten sonra “Tarihe sahip çıkalım” diye bir yazı kaleme aldım.
Ariassos’a yaptığımız gezide tarihin yok oluşuna tanıklık etmiş ve yetkililerin harekete geçmesi gerektiğini dile getirmiştim.
Keşif Ekibi ile geçen Salı günü ikinci geziye katıldım.
Nereleri gezdik? Bu yerlerin ne gibi önemi var? Bugün onları yazmak istiyorum.
Amacım Antalya’daki tarihi ve doğal güzellikleri sizinle paylaşmak. Antalya’da yaşayıp da dünyaca ünlü tarihi yerleri gezmeyen çok sayıda insan var. Örneğin Noel Baba Kilisesi. Noel Baba Kilisesi, Demre’de bulunan, “Noel Baba” olduğuna inanılan Aziz Nicholaos’ın ölümü ile yapılan kilise. Noel Baba’nın ölümünden sonra bir süre burada yattığına inanılır. Kiliseyi her yıl milyonlar ziyaret ediyor. Ziyaretçiler arasında ABD Başkanı Barack Obama bile yerini aldı. Hıristiyanlar buraya gelip hacı oluyor. Kısacası dünyaca ünlü bir kilise ve herkesin görmesinde yarar var diye düşünüyorum. 
Noel Baba Kilisesi’nden sonra Myra’ya doğru yola çıktık. İlçe merkezinde ve civarında yer alan Myra Antik Kenti, aynı adı taşıyan ova üzerinde kurulmuş. Myra Antik Kenti özellikle Likya Dönemi kaya mezarları ve Roma dönemi tiyatrosu ile ünlü. Gezi sırasında çok sayıda yabancı turistin antik kenti ziyaret ettiğini gördüm. Kesinlikle gidip görülmesi gereken bir yer olduğunu belirttikten sonra geçelim Kekova’ya. Kekova küçük kayalık bir ada. Teknelerle ulaşım sağlanıyor. Kuzey tarafında ikinci yüzyılda depremlerle yok olan antik Dolkisthe kentinden kalma batıklara rastlanıyor. Teknemiz Kekova’dan sonra dümeni Simena’ya (Kaleköy) kırdı. Sağlam kalesiyle eşsiz bir görünüme sahip olan Simena, ilk bakışta beyinlerde iz bırakıyor. Karayoluyla bağlantısı olmayıp genellikle Çayağzı’ndan deniz yoluyla ulaşım sağlanabiliyor. Kalenin kuzeyinde kaya mezarlarında görülen Likya dilindeki yazıtlar dikkat çekiyor.
Buradaki geziyi tamamlayıp dönüşe geçtiğimizde bizi bu kez Korsanlar Mağarası karşıladı. Geçmişte denizden geçen gemileri yağmalayan korsanlar saklandığı için, adına Korsanlar Mağarası denmiş. İçine tekneyle girilebiliyor. Tekne turuna çıkanlar mağarada bir süre yüzebiliyor. Çok güzel bir görüntüsü var ve ilk bakışta herkesi kendine hayran bırakıyor.
Korsanlar Mağarası’ndan sonra turumuzu tamamlayıp dönüşe geçiyoruz. Ancak öncesinde yemek molası veriyoruz. Demre’ye kadar gidilir de mavi yengeç yenmez mi? Hemen Beymelek’e gittik ve mavi yengeç siparişimizi verdik. Yurtdışında “yüksek sosyete” diye adlandırılan kesim tarafından bolca tüketilen mavi yengeçleri önce canlı canlı gördük, sonra da afiyetle midemize indirdik. Tek kelimeyle doyumsuz bir tada sahip. Bir kere denediğinizde pişman olmayacağınızı garanti edebilirim. 
Yeni gezilerde buluşmak dileğiyle şimdilik hoşça kalın. 
Şifa Çiçek  

Alıntı ; akdenizmanset.com.tr 

Mavi Yengeç (Callinectes sapidus)

Mavi yengeç


?
Mavi Yengeç
Mavi Yengeç (Callinectes sapidus)
Bilimsel sınıflandırma
Üst âlem:Eukaryota
Âlem:Animalia
Alt âlem:Metazoa
Şube:Arthropoda
Alt şube:Crustacea
Sınıf:Malacostraca
Alt sınıf:Eumalacostraca
Üst takım:Eucarida
Takım:Decapoda
Alt takım:Pleocyemata
İnfra takım:Brachyura
Üst familya:Portunoidea
Familya:Portunidae
Alt familya:Portuninae
Cins:Callinectes
Tür:Callinectes sapidus
Rathbun1896
Mavi yengeç, bir yengeç türü.

Fizyoloji 

Erkek yengeçlerin boyu 9 cm, genişliği, kabuğun iki yanındaki dikenlerle birlikte, 22 cm'dir. Dişiler ise bundan daha küçüktür. Boyları 7.5 cm, genişlikleri, yine aynı şartla, 18 cm'dir. Sırt kabuğunun iki yanında 9'ar adet diken bulunur.

Beslenme 

Genellikle leşle beslenen mavi yengeçlerin saprotrof veya omnivor olanları da vardır. Yaşam döngülerinin farklı aşamalarında planktonbalıkbitkiyumuşakça ve kabuklularla beslenirler.

Gastronomi 

Mavi yengeç yetiştiriciliği


Mavi yengeç yetiştiriciliği


Mavi yengeç
, Türkiye’de fazla bilinmeyen ancak ekonomik değeri oldukça yüksek bir tür. Yenilebilir et kalitesi ve ekonomik değer bakımından gelişmiş ülkelerde oldukça revaçta ve yüksek fiyatlardan alıcı buluyor. Örneğin, Avrupa’da kilosu 70 dolara satılıyor. Ülkemizde başta Akdeniz, Ege’nin bazı bölgelerinde az da olsa mavi yengece rastlanıyor. Ancak henüz bu türün yetiştiriciliğini yapan yok.


İşte Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nden Övgü Gençer, bu boşluğu görerek mavi yengeç yetiştiriciliğine yönelik bir proje hazırlamış. Buna göre çipura, levrek, dil, granyöz gibi balıkların yetiştirildiği ana havuzlarda kullanılan su, küçük bir kanal veya iletim düzeneğiyle ayrı bir toprak havuza aktarılacak. Sonra da o havuzda mavi yengeç yetiştiriciliği yapılacak. Yeteri kadar çamur alan oluşturulursa yengeçlerin yemlenmesine de gerek kalmayacak

Mavi yengeçler doğal yemlerle beslenme imkanı bulacak. Yeterince çamur alan olmasına rağmen besleyici mineral maddelerin yetersiz kalındığı durumlarda ise balık ölüleri, deforme olmuş balıklar ya da tavuk artıkları gibi doğal gıdalarla besin takviyesi yapılacak.

Bu konuyla ilgili ilk girişim Ege Üniversitesi tarafından atılmış. Gençer, yaklaşık 100 bin TL tutarındaki yatırımla Türkiye’nin ilk yengeç üretim çiftliğini kuracaklarını söylüyor. Benzer çiftlikler kurmak isteyen yatırımcılara da teknik konularda destek verilecek. Gençer, Türkiye’de yengeç çiftliği kurmak için en uygun bölgelerin Ege ve Akdeniz olduğunu söylüyor.

E-posta: ovgu-gencer@hotmail.com



Silifke'de MAVİ YENGEÇ YILI

 MAVİ YENGEÇ YILI

Mersin'in Silifke ilçesinde 1-7 Temmuz tarihleri arasında 38.si ‘Mavi yengeç yılı’ olarak kutlanacak olan Uluslararası Silifke Kültür haftası etkinlikleri kapsamında düzenlenecek olan güzellik yarışmasına katılan 18 adaya mavi yengeç ikram edildi.
 

Güzellere mavi yengeç ikramı, 

Belediye Başkanı Bayram Ali Öngel sponsorluğunda Akgöl'de balıkçılık yapan Ali Mavili'nin Taşucu beldesinde işletmeciliğini yaptığı balık restoranında gerçekleştirildi. Çoğunluğu ilk defa mavi yengeci tadan festival güzeli adayları, mavi yengeci çok sevdiklerini söylediler.

Balıkçılığın yanında mavi yengeç de avlayan Mavili, yaptığı açıklamada, Doğu Akdeniz sahillerinde bol miktarda avlanan ancak, bugüne kadar sadece turistler ve ekonomik seviyesi yüksek kesim tarafından tercih edilen mavi yengeci artık yerli halkın da keşfettiğini kaydetti.
Göksu deltasındaki Akgöl'de yakaladıkları mavi yengeçleri müşterilerine sunduğunu ifade eden Mavili, Kültür Haftası etkinlikleri kapsamında düzenlenecek olan güzellik yarışmasına katılacak olan adaylara da yengeç ikram etmekten mutlu olduğunu belirtti.

Mavi yengeci ilk kez kendisinin 1980'li yıllarda tattığını vurgulayan Mavili, yengecin, balıktan daha fazla protein değeri olduğunu söyledi. Silifke Belediye Başkanı Bayram Ali Öngel de, mavi yengecin adını makaslı ve yürüme ayaklarındaki koyu mavi renkten aldığını belirtti.

Her yıl Kültür haftasında Silifke'ye has bir ürünü ön plana çıkardıklarını anlatan Öngel, şunları söyledi:
“Silifke ovasında bulunan Akgöl ve Paradeniz 1990 yılında Bakanlar kurulu Kararıyla ilan edilen Doğal Sit Alanı ve 1994 yılında Ramsar Sözleşmesi kapsamında Özel Çevre Koruma Bölgesi olan Göksu Deltası içinde yer alır. Akgöl ve Paradeniz, Silifke ovasından deşarj edilen tatlı sulama suyundan da beslendiği için Mavi Yengeç'in yaşamasına ve üremesine uygun doğal bir yapıdadır. Her yıl Silifke'ye has bir ürünü veya kültürü ön plana çıkardığımız Uluslar arası Silifke Kültür Haftasında bu yıl Mavi Yengeç'i ön plana çıkaracağız. Bunun için Uluslar arası Silifke Kültür Haftası'nın 2011 yılındaki adı Akgöl Mavi Yengeç olarak kutlanacaktır” (İHA)

Mersinde bir mavi yengeç restoranı

Ankara’dan Mersin’e mavi yengeç tatmaya gidiyorlar

Mersin bölgesinde yakalanan mavi yengeçler, yüksek protein değeri, doymamış yağ asitleri ve yararlı mineralleriyle ihracat ürünü olduğu kadar, Türkiye’de de ilgi odağı. Silifke’nin Taşucu beldesinde restoran işleten Ali Mavili, Göksu deltasındaki Akgöl dalyanından yakaladıkları mavi yengeçleri tatmak için Ankara, Konya, Niğde, Kayseri’den gelenler olduğunu söyledi. "Özellikle bira servisinin yanında meze olarak tercih ediliyor. Daha önce yoğurduyla meşhur olan Silifke şimdi mavi yengeçle de anılmaya başladı" dedi.
Doğu Akdeniz kıyısında yılda ortalama 200-250 ton arasında yakalanan mavi yengeç, et kalitesinin yüksekliği nedeniyle uluslararası piyasada yüksek fiyatlara alıcı buluyor. Ağırlıklı olarak ABD ve İtalya’ya, bu arada Çin, Fransa, Endonezya, Japonya, Filipinler, İspanya ve Tayland gibi ülkelere de ihraç ediliyor.

Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Avlama ve İşleme Teknolojisi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Çelik’in verdiği bilgiye göre, mavi yengeç anavatanı Kuzey Amerika’dan 150 yıl önce Akdeniz’e geldi. Önce Hatay kıyılarında görüldü. Popülasyonu hızla arttı. "Çok lezzetli olmasına karşın, ülkemizde ilk zamanlarda ilgi gösterilmiyordu. Şimdi sahil yörelerinde özellikle bira tüketimi fazla olan restoranlarda tercih edilmeye başlandı. Aşırı avlanmaya bağlı olarak türün azalmaya başladığı yolunda şikayetler gelmeye başladı."

Aromatik Bitkilerin damıtılması

Aromatik bitkiden bahsedince, damıtmasını anlatmamak olmazdı. Bu nedenle, Çiftçi Kulüp olarak bir damıtma tesisini gezdik ve gördüklerimizi sizlere aktarmak istedik.

İşletmenin sahibi Mehmet GENER bizlere hem tesisini gezdirdi. Hem de Aromatik Bitki pazarı ile ilgili ilginç bilgiler verdi. Bilgiler o kadar ilginç ki;
İşte anlattıkları..
Gemi makine operatörüyken, 1990’lı yıllarda bir arkadaşının teşviki ile “aromatik bitki damıtma” işine girmiş. Tesisi kurmadan önce, Anadolu’nun her yerini karış karış gezmiş, nerede ve hangi bölgede ne tür bitkiler yetişiyor öğrenmeye çalışmış. Bitkiyi tanımış. Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde hocalardan ciddi teknik bilgi desteği almış.. Pr.Dr. Kemal Hüsnü Can BAŞER, Pr.Dr. Neşe KIRIMER ve Doc.Dr.Mine KÜRKÇÜOĞLU’nu hala şükranla anıyor..
Avrupa’yı gezmiş, orada kurulu bulunan lavanta damıtma tesislerini incelemiş, büyük bir hevesle tesisini kurmuş ve çalışmaya başlamış.. Türkiye’nin her yerinden gelen 65’den fazla bitkinin yağını çıkartmış. Önceleri her şey çok iyiydi. Yılda 35 ton civarında yağ elde ediyorduk. Bir ton yağdan 14 – 16 kg. arası yağ çıkartıldığı düşünülürse, ne denli üretim yaptığımız daha kolay anlaşılır diyor..
Sonra sorunlar başlamış, üretim her geçen gün düşmüş..
Anlattıkları o kadar önemli ki;
Şu anda ülkemizde ciddi çalışan 5 – 6  Damıtma(Distilasyon) tesisi var. Bu tesislerin çoğu gerçek kapasitesinin çok altında üretim yapıyorlar yada hiç yapamıyorlarmış..
Bunun en önemli sebebi ise aromatik bitki varlığını artıracak en küçük çalışma yapılmazken, mevcut varlık, her geçen gün bilinçsiz ellerde yok ediliyormuş.
Sektör o kadar bilinçsiz ellerde ki; ürüne katma değer yaratmak yerine çok küçük karlarla ve hiç işlemeden adeta yabancı alıcılara yok parasına peşkef çekiliyormuş..
Aromatik bitkinin üretici dışındaki pazarlama aşaması maalesef ülkemizde sorunludur.. Bu işi yapan büyükler kazançlarını üretici ile paylaşmayı sevmiyor.. Hep kendilerini kazanmak istiyor, bu nedenle, üretim-yetiştirme aşamasında ciddi bir altyapı oluşmuyor diyor..
Sektör hileye o denli müsait ki; kendilerinin damıtarak teslim ettiği bir kilogram aromatik bitki yağı, piyasada on kilogram olarak satışa sunuyorlarmış..
Damıtma işi ciddi bir iştir. Uzun yıllara dayalı tecrübe gerektirir. Oysa ülkemizde maalesef, standartları uygun olmayan tesislerde ve uzman olmayan kişilerce öyle kötü yağlar üretiliyor ki, adeta bir kaynağın heba edildiğini söylüyor.  Bu nedenle, yerli büyük tüketiciler bile, yerli üreticilerden yağ almak yerine çok daha yüksek fiyatlarla yabancı üreticiden ve markalı ürünler almayı tercih ediyormuş..
Tıpkı Fransa’da, İtalya’da olduğu gibi, aromatik bitkiyi doğal ortamlarından kurtarıp, çiftçinin yetiştiriciliğine bırakmak ve tıpkı oralarda olduğu gibi, kooperatifler öncülüğünde, üretim, damıtma ve pazarlama üçgenini oluşturmak gerekiyormuş.. Bozuk ve tarıma elverişli olmayan araziler dahi bu yolla üretime kazandırılabilirmiş..
Aromatik bitkiyi sadece yağ olarak anlatmak onu anlatamamak demektir. Aromatik bitki tarım yem ve ilaçlarında, tıbbın hizmetinde, kozmetik ve yeme içme sektöründe, böcek koruyucu  ve daha bir çok alanda yoğun olarak kullanılıyormuş.
Dünyanın pek çok yerinde, sağlık turizminde ve spa merkezlerinde aromatik bitki kullanılıyormuş ve ülkemizde de kullanımının yaygınlaştırılması gerekiyormuş..
Böylesine bir varlık cennetinde, ülkemiz önemli bir aromatik bitki yağı ithalatçısıdır. Bu mutlak surette önlenmeli ve Türkiye bir ayıptan kurtarılmalıdır diyor.
Dünyanın en önemli aromatik yağlarından birisi portakal ve limon yağıdır. Oysa bölgemiz olağanüstü bir narenciye üretim bölgesi olmasına rağmen, portakal ve limon yağı elde etmek için yapılmış tek bir çalışma, atılmış tek bir adım yoktur diyor.. 

Aromatik Bitki toplama işi

Aromatik Bitki Kesicisi..

Adı Mevlüt TATAR.. 34 yaşında.. Anamur’lu.. Mesleği Aromatik ve Tıbbi Bitki kesiciliği.. Kendini bildi bileli bu işle uğraşıyor.
Anamur’dan Tarsus’a kadar her karış toprağa terini akıtmış. Bölgeyi çok iyi tanıyor. Bitkiler üzerinde inanılmaz bir hakimiyeti var. Hangi bitki nerede yetişir, ne zaman kesilir, ne işe yarar, yağlanma zamanı ne zamandır duraksamadan cevap veriyor.
Aromatik bitkiler genellikle orman arazilerinde olduğu için Orman Bölge Müdürlüğünden ihaleyi kazananlardan belirli bir bölgenin kesim hakkını satın alıyormuş. Sonra çadırını kurup, eşiyle birlikte o bölgenin ürünü bitene kadar kesiyor ve elde ettiği ürünü yağcılara yada baharatçılara satıyormuş.
Yaptığı iş nedeniyle kendisini tarım işçisi, yaptığı işi de tarım işi olarak nitelendiriyor.
İşte anlattıkları..
12 ay boyunca kesimini yapacağımız bitki var. Bize boş zaman yok.. Kesim yaptığımız türler arasında biberiye, kekik, kuzu göbeği, karahan otu, salep, defne, sumak, kantaron, karabaş otu, hatme gülü, oğul otu, kırkgirit otu, rezene, kişniş, ada çayı en önemlileri ve en çok bilinenleri.. Ama benim bildiğim 65 çeşit aromatik bitki vardır diyor..
Toros Dağlarında yaşayan orman köylüleri, içinde yaşadıkları zenginliğin farkında değiller. Kimse de bu zenginliği onlara anlatmıyor. Orman köylüsü, ormanda açtığı 3 – 5 dönüm arazide kiraz, şeftali yetiştirmeye, evini geçindirmeye çalışıyor. Bunları yetiştirmek için ilaca gübreye boğulmuş. Bir yandan da Orman’la mücadele ediyor. Orman teşkilatı ile ihtilafa girmemiş, aleyhine dava açılmamış, ceza almamış bir tek orman köylüsü yok. Ben onlara acıyorum. Oysa onlara biberiyeyi, kekiği bir anlatabilsek, hem ormanı koruyacaklar, hem de bu bitkileri yetiştirecekler diyor..
Mevlüt TATAR’a göre; ormandan ihaleyi alanlar ve kesim yapanlar üzerinde ciddi bir denetim hiçbir zaman oluşturulamamış. Kesimle ilgili kurallar konulamamış.. Bu nedenle, bilinçsiz ve kontrolsüz ve kötü kesim nedeniyle bitki varlığı her geçen gün azalıyor. Bu durum tehlikeli bir gidiştir. Çok önemli bir varlığımız yok oluyor. Mutlak surette önlem alınmalıdır.. diyor.
Biz sadece aromatik bitkinin yaprağını alıyoruz. Geride kalan odunsu sap ve dal kısımlarını ise araziye terk ediyoruz. Hem uçucu, yanıcı bir bitkiyi araziye bırakıyor, hem de bir varlığı kullanamıyoruz. Ciddi bir organizasyonla, aromatik bitki dal ve saplarını da katı yakıt olarak değerlendirmek mümkün müş..
Bozuk orman sahasını ağaçlandırmak için “Özel Ağaçlandırma Yönetmeliği” gereğince saha kiralayanlara belirli ağaççık türleri altında alt bitki olarak aromatik bitki üretimine izin veriliyormuş. Ancak alt bitki yerine “asıl bitki” yetiştiriciliğine izin verilirse bitki varlığı hem hızlı gelişir. Hem de kiracı kısa zamanda gelire döneceği için talep çoğalır diyor..
Orman arazileri dışında, bozuk ve değersiz arazisi olan çiftçiler de, aromatik bitki yetiştiriciliğine özendirilmeli ve mutlak surette teşvik edilmeli, aromatik bitkinin önemi çok iyi anlatılmalıdır..Tarım Bakanlığı aromatik bitki üreticiliğini tarımsal bir faaliyet olarak görmeli ve Çiftçi Kayıt Sistemine dahil etmelidir diyor..
Biz bir tecrübeyi tanıttık ve anlattıklarını aktardık.